Unutulamayan Dostlar

» Ailece kardeş gibi olduğumuz arkadaşlarım…
» Gözyaşlarına boğan kahve fincanları…

Bazı dostlar kardeşten, akrabadan ötedir. Ben de hayatım boyunca böyle güzel insanlarla karşılaşma şansını elde edebildim. Bunlardan biri Ali İhsan Tekin’dir. Bana iş hayatına atılırken maddi ve manevi çok büyük yardımlarda bulundu. İlk torna tezgâhımı Ali İhsan’ın dükkânına koymuştum. Yaptığı iyilikleri alsa unutamam.

Bir diğer unutamadığım arkadaşım ise Faruk Şule’dir. Her ikisi de benden yaşça büyüktü, ancak bana çok büyük destekleri oldu. Onlar benden daha tecrübeli olduklarından, öğrenecek çok şeyim vardı. Anılarımı, sırlarımı, dertlerimi hep bu iki güzel insanla paylaşırdım. Ne yazık ki ikisini de kaybettim. Her ikisine de her gün dua etmeye devam ediyorum.

Benimle bir samimiyeti olmadığı halde, atölyeme bir zarf içinde para gönderen ve Cebeci’deki evi satın almamızı sağlayan Cevdet Zeytinci de o günden sonra en yakın dostlarım arasında yer almaya başladı. Asıl yakınlaşmamız 1995 yılından sonra oldu diyebilirim. O yıllarda hacca gitmek üzere başvuruda bulunmuştum. Eşimle birlikte gitmek istiyordum. Cevdet Bey’le karşılaştığımız bir gün bana, “Ben eşimle hacca gidiyorum kısmetse,” dedi. Tesadüf ya, aynı dönemde başvurmuştuk. Bunu öğrendikten sonra tüm işlemleri birlikte halletmiş, aynı oteli ayarlamıştık.

Otele vardığımızda odalarımızın bulunduğu kata çıktık. Her bir katta toplam 3 oda yer alıyordu ve bizler otele henüz giriş yapmadan önce odalarımız hazırlanmış ve kapılarına isimlerimiz yazılmıştı. Odaların bulunduğu koridora varınca gördüklerimiz karşısında çok şaşırdık. Sırasıyla yan yana kalacakların isimleri şu şekildeydi: Cevdet Zeytinci, Mustafa Üzümcü ve Abdulkadir Tatlıcı. İsimleri okuyunca hepimizi bir gülme aldı. O günden sonra üç aile hep birlikte gezdik. Ankara’ya dönüşümüzden sonra dostluğumuz da devam etti.

Bir gün Cevdet Bey bana böbreğinden ameliyat olacağını söyledi. Hastalığını uzun süre benden gizlemiş. Ameliyat olacağı hastaneyi öğrendim ve öğlen saatlerinde koşarak ziyaretine gittim. Hemen oğlunu buldum ve babasının ameliyattan çıkıp çıkmadığını sordum. Meğer ameliyattan çoktan çıkarılmış. Çok şaşırmıştım, bu kadar kısa süremezdi. Sonradan öğrendim ki, ameliyat olacağı sırada doktorlar kanser bulgusuna rastladığından, hiçbir şeye dokunmadan Cevdet Bey’i ameliyattan çıkarma kararı almışlar. Elbette o günden sonra gittikçe kötüye giden sağlığı daha fazla yaşamasına izin vermedi. Cevdet’i kaybettiğimizin haberini almadan 5 saat önce kendisiyle telefonla konuşma ve helalleşme şansını bulmuştum.

Yine bir başka unutamadığım insan Ali Kayıkçı’ydı. Ali Bey esnaftı ve bizden oksijen malzemeleri alıyordu. Bir gün istediği malzemelere Ankara’da rastlayamamıştık ve bu sebeple İstanbul’dan teknik malzeme almak üzere birlikte yolculuk yaptık. Trenle İstanbul’a gidiyorduk. Epey koyu bir sohbete dalmıştık, saat epeyce geç olmuştu ve karınlarımız acıkmaya başlamıştı. Aklıma, eşimin yaptığı yolluk geldi. “Bakalım eşim ne yapmış, birlikte yeriz,” dedim. Paketi çıkardım ve içinden un kurabiyesi çıktı. Ardından Ali Bey de kendi eşinin yaptığı paketi açtı ve paketin içinden aynı şekilde un kurabiyesi çıktı. Çok güldük, birbirimize karşılıklı un kurabiyelerini ikram ettik ve yolculuğumuza bu şekilde devam ettik.

İstanbul’a varınca ilk önce işlerimizi hallettik, geriye kalan zamanıysa ailelerimize alışveriş yapmakla geçirdik. Çocuklarımıza oyuncak aldık, birbirimize atkılar hediye ettik ve sonrasında Tahtakale’ye gittik. O dönemde Türk Kahve fincanları yeni çıkmıştı. Vitrinde gördüğüm bir kahve fincanı takımını eşime ve kardeşime hediye almak istedim. Ali Bey de fincanları çok beğendi ve o da eşine bir takım satın aldı. Ali’yle çok keyifli ve güzel bir gün geçirdik. Bu gezi sayesinde birbirimize kardeş kadar yakınlaşmıştık.

Ankara’ya dönünce dostluğumuz devam etti, hatta bir gün Ali Bey yanıma gelip, “Sen hiç Antalya’ya gittin mi?” diye sordu. Hayır, hiç görmemiştim. “Benim orada ufak bir işim var, eşlerimizi de alıp Antalya’ya gidelim mi? Hem gezmiş oluruz?” dedi. Ben de teklifini hemen kabul ettim. Antalya’yı da çok merak ediyordum doğrusu.

Aradan birkaç gün geçti ve Ali beni aradı, “Yaptığım işin teslimatı var, ben ilk önce onu yapmaya gideceğim. Döndükten birkaç gün sonra da eşlerimizi alır, yeniden Antalya’ya gideriz,” dedi. O gün gerçekleştirdiğimiz telefon görüşmesinden sonra ne yazık ki bir daha göremedim Ali Bey’i. Antalya’da kaldığı otelin banyosunda şofbenin gazından zehirlenerek öldüğünün haberini almıştık.

Çok etkilenmiştim, çok ağlamıştım. Çok yakın bir dostumu, bir kardeşimi kaybetmiştim ve bir hiç uğruna. Elimi, kolumu kaybetmiş gibi olmuştum adeta. Ama hayat devam ediyordu, etmeliydi de. Sonuçta güçlü olmalı ve aileme bakmak zorundaydım.

Dostlarımı erken kaybettim belki ama her biri hâlâ içimde yaşıyor. Her biri için dua ediyorum. Her birini çok seviyorum…

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye