Üzümcü Tıbbi Cihazın Kuruluşu

» Artık kardeşim Mahmut ile el ele veriyoruz…
» Mahmut’u da baş göz ediyoruz…
» Nihayet bereketli dükkanımız ve artan işlerimiz…

1 Ocak 1969 yılında ticari hayata atılarak maliyeye kayıt oldum. Hayat bundan sonra başlıyordu…

Tam da bu dönemlerde kardeşim Mahmut askerden döndü. Uzunca bir süre iş aradı, ancak hiçbir yerden ses çıkmadı. Durum böyle olunca onu da yanıma aldım. Melek Hanım’la yaşadığımız ev o kadar küçüktü ki kardeşimi eve alamadım. Bir komşumuzun deposuna yerleştirdim. Oraya sadece yatmadan yatmaya gidiyordu, akşama kadar birlikte çalışıyor, eve birlikte dönüyor, yemek yiyor ve sadece yatmak için kendisini uğurluyorduk.

Mahmut’un bu durumu elbette beni çok üzüyordu ve onun açısından evlenmenin hayırlı olacağına karar vermiştim. Eşim Melek Hanım’ın kız kardeşi Cemile geldi aklıma. Mahmut’u Cemile’yle evlendirebilirdik, ancak öncesinde kayınpederimin ve kayınvalidemin onayı gerekiyordu.

Yine bir kâğıt ve bir kalem aldım elime ve başladım yazmaya. Kayınpederime durumu anlattım ve bu evliliğe razı gelip gelmediğini sordum. Kısa bir süre sonra cevap geldi ve benden damat olarak çok memnun olduklarını bu sebeple bu evliliğe de razı geldiklerini yazdı. Ardından kendi babamın rızası da alındı ve ben devreden çıktım, artık aileler kendi aralarında görüşmeye başlamıştı.

Bizse çalışmaya devam ediyorduk. Birimiz dışarıda dolaşıp, tornada yapılabilecek işleri ararken, diğerimiz dükkândaki torna tezgâhının başında çalışıyorduk. Bu sayede arada karşılıklı dinlenmemizi sağlıyorduk. Fazla çevremiz olmadığından az sayıda iş alabiliyorduk. Bir yıl içerisinde ödemem gereken borçlar da almış başını gitmişti. Kayınpederimin verdiği 6.500 lirayı ödemem gerekiyordu, bunun dışında bir de her ay boyunca tezgâh için ödemem gereken 1.500 lira vardı. Bir de tabii geçindirmem gereken bir ailem vardı.

800 lira hava parası ödediğim dükkânın ilk ayında ev masraflarımı düşünce sadece 500 lira geriye kalmıştı. Ancak tornanın ilk taksitini ödemem gerekiyordu, bu nedenle bir arkadaşımdan 1.000 lira borç para almıştım, ikinci aydaysa 1.000 lira kazanmıştım ve ikinci taksiti tamamlamak için 500 lira daha borç alarak bu kez de arkadaşlarıma olan borcu 1.500 liraya çıkarmıştım.

Üçüncü ay işlerim biraz daha rast gitti. Tüm masrafları düştükten sonra cebime kalan para 1.500 lira oldu. Aylar geçtikçe de daha fazla kazanmaya başladım, ancak kazandıklarımı bu kez tornacılık için gerekli takımlara yatırmaya başladım.

Bu sırada Melek Hanım’la ikinci çocuğumuzu bekliyorduk. Rahatça sığabileceğimiz ve Mahmut’un eşini gelin getirebileceği bir yuva bulmalıydım. Sokak sokak geziyor, kiralık evlere bakıyordum. İki ailenin de başını sokabileceği tarzda büyük ve müstakil bir ev olmalıydı.

Yine ev aradığım günlerden birinde gözüme müstakil bir Ankara evi çarptı. Evi çok beğenmiştim. Camlarında perde vardı, yani içerisinde birileri yaşıyordu. Gökyüzüne doğru bakarak, “Allahım, bana da böyle güzel bir evde oturmayı nasip eyle,” diye dua ettim ve yoluma devam ettim. Bu sırada bir tanıdıkla karşılaştım. Bana, “Hayırdır, ne işin var burada?” diye sordu. Ben de kendisine ev aradığımı anlattım. Bana hemen yakınlarda bir evin boşalacağını, istersem oraya yerleşebileceğimi söyledi. Hangi ev olduğunu sorduğumda, az evvel beğendiğim evi işaret etti. İnanamadım. Dileğim gerçek mi oluyordu yoksa? Hemen evin sahibinin kim olduğunu sorup, beni kendisiyle tanıştırmasını istedim.

Kısa süre sonra ev sahibiyle karşı karşıya oturuyorduk. Evin kirasını sordum, 250 lira olduğunu söyledi. O zamanın parasıyla 250 lira çok fazlaydı. Ne kadar pazarlık yapmaya çalıştıysam da fiyattan düşmedi. Sonunda ben evi 250 liraya tutmayı kabul ettim. Sözleşmeyi imzalamadan evvel birini kefil olarak göstermemi istedi. Ancak yeni tuttuğum ev o zamanın adıyla Yahudi Mahallesi, şimdiki adıyla İstiklal Mahallesi, Eskicioğlu Sokak olarak geçiyordu ve benim o civarda tanıdığım hiç kimse yoktu. “İsterseniz birlikte Denizciler Caddesi’ne gidelim, orada beni tanıyan birçok insan var, ancak onlar kefil olabilirler,” dedim. Evin sahibi sözleşmeyi bana doğru uzatarak, “Hadi imzala burayı da bitirelim bu işi,” dedi.

Evi tutmuştum ve gerçekten ev sahibinin söz verdiği gibi kiracılar evi 2-3 gün içerisinde boşaltmıştı. Biz de evin içerisine gerekli badana boya işlemlerini yaptırdık ve eşyalarımızı da alıp eve yerleştik.

Beraber yaşamaya başladık; 5 yıl kadar aynı evi paylaştık. Alt katta Mahmut ve müstakbel eşi, üst katta da Melek Hanım, ben ve çocuklarımız yaşayacaktı. Her iki katta da kendine ait bir banyo ve yatak odası vardı. Üst katta aynı zamanda küçük bir mutfak, alt kattaysa daha küçük bir mutfak vardı. Sadece soframızı paylaşacaktık.

Tüm bunlar olurken çalışmalarımıza hız vermiş ve gün geçtikçe bütün borçları kapatır hale gelmiştik. Mahmut’un da düğününe çok az zaman kalmıştı.

Sonunda düğün tarihi yaklaştı, Mahmut’un düğünü benimkinin aksine bir düğün salonunda yapıldı. Düğüne eşim Melek Hanım gelemedi çünkü doğumu çok yaklaşmıştı. Melek Hanım’ı çok yakın aile dostlarımıza emanet edip, Niğde’ye kardeşlerimizin düğününe katılmak üzere gittim. Sabah gidip, düğünden sonra yeniden yollara düştüm. Eşimi bu haldeyken yalnız bırakmak istemiyordum, hem artık yavaş yavaş bir atölyeye benzeyen dükkânıma da benden başka bakacak kimse yoktu.

Düğün sona erdi ve ben yeniden Ankara’ya döndüm. Eve gittim ve kapıyı çaldım. Kimse açmayınca koşarak Melek Hanım’ı emanet ettiğim komşularımızın evine gittim. Acaba eşim doğum mu yapmıştı?

Evlerine ulaştığımda dün akşam eşimi doğuma götürdüklerini ve doğum gerçekleşene kadar Melek Hanım’ı yalnız bırakmadıklarını ve bir kızımın daha olduğunu söylediler. Koşa koşa hastaneye gittim. O zamanlar şimdiki gibi hastanelere girmek kolay değildi. Kapılar genelde kapalı olurdu. Zor da olsa eşimin ve bebeğimin durumunun iyi olduğunu öğrendim, ancak onları görebilmek için ziyaret saatini beklemem gerekiyordu. Hemen iş yerime gitmek üzere yola koyuldum. 1969 yılının temmuz ayıydı… 13 Temmuz, Pazar günü.

Mahmut olmadığından, bütün işlere ben bakacaktım. Normalde dükkânı sabah 7.30’da açıyordum, ancak o gün bir buçuk saat kadar gecikmiştim. Dükkâna yaklaştığım sırada, taksinin içinde oturan Ali dayıyı gördüm (yaşça büyük ve çok sevdiğimiz bir ağabeyimizdi; biz kendisine dayı derdik) ve camına tıklatarak nereye gittiğini sordum. Uzunca bir süre kapının önünde beni beklediğini, ancak ben gelmeyince dönme kararı aldığını söyledi. Neden dükkânı geç açtığımı sordu. Ben de kendisine eşimin doğum yaptığını sabahtan hastaneye gittiğimi söyledim. Bunu duyunca, “Tamam o zaman geçerli bir sebebin varmış,” dedi ve ardından elindeki torbayı bana uzatarak bana vermek istediği işten bahsetti. Bu iş için ne kadar istediğimi sorunca ben de 600 lira istedim. “Tamam, çocuğun da olmuş madem; o halde hak ediyorsun,” diyerek cebinden o an 600 lirayı çıkarıp bana uzattı. Sevinçten adeta uçacaktım, kendimi dünyanın en zengin insanı gibi hissettim. Henüz ayın ortalarıydı ve ben aylık 1.500 olan borcumun neredeyse yarısını kazanmıştım bile.

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye